İyi günler sevgili e-bergi okuyucuları! Yaz sıcaklarından bunaldığımız şu günlerde, sizlere tam mevsimlik bir oyundan bahsedeceğim.
Half-Life ve Brothers in Arms'tan tanıdığımız GearBox Software'deki saygıdeğer amcalar, oyun dağıtımcılığı konusunda bir hayli deneyimi olan 2K Games ile anlaşıp; 2007'de duyurdukları Borderlands'i, ilk olarak Kuzey Amerika'da Ekim 2009'da, konsol versiyonunu da Şubat 2010'da piyasaya sürmüşler. İyi etmişler. Çok da güzel iyi etmişler. Diablo 2'deki sol tuşla tıklama çılgınlığından usanıp seviye atlama olayını biraz daha atraksiyonlu hayal edenler (misal ben) için deyim yerindeyse -ki yerinde- hislere tercüman olan bir oyun ortaya çıkarmışlar efendim.
Hikayesinden bahsedeyim biraz. Sıcak bir oyun dedik; çünkü oyun Pandora isimli, Mad-Max'i andıran (artistik ismiyle 'wasteland') bir dünyada geçiyor. Çöl gezegeni tarzı bir yer. Orada burada birbirinden kopuk insan toplulukları yaşıyor. Zar zor yaşamlarını sürdüren insanlar için haydutlar da işin tuzu biberi diyemeyeceğim; onlar direk ana yemek. Her yerdeler... Peki bizim derdimiz ne ki bu gezegende takılıyoruz? Şöyle ki; bu gezegende yıllardan beri dolaşan 'Vault' efsanesi var. Bu meretin kendisini açana sonsuz güç, sonsuz para, karı-kız (sonsuz mu bilmiyorum) sağlayacağı söyleniyor. Birçoklarının Vault'un sadece bir efsaneden ibaret olduğuna inanmasına rağmen kafadan kontak ödül avcıları söylenenlere kulak asmayıp burunlarının dikine gidiyorlar. Tahmin edebileceğiniz gibi, biz de bunlardan biriyiz; ama bu iş öyle 'haritadan bak, git X işaretli yere, hazineyi bul' gibi basit bir şey değil. Nitekim Vault'un peşinde olan sadece biz değiliz. Özetle, Vault'u arıyoruz kardeşim.
Atmosfer ise kesinlikle oyunun en iyi yanlarından biri olmuş. Pandora'ya ayak bastığınız ilk andan itibaren gerçekten kendinizi çölde hissediyorsunuz. İlk bakışta çizgi film havası veren grafikler şaşırtıcı bir biçimde kesinlikle cıvıklığa kaçmadan -aksine ciddiyet katarak- atmosferi çok iyi tamamlamış. Gerek mermilerin vızır vızır yanınızdan geçişi, gerek iki kilometre uzaktaki dağa attığınız roketin boğuk patlama sesi, gerekse bir .jpg dosyasından ibaret olmayan gökyüzü ve arkaplan manzaralarıyla (gördüğünüz gibi milyon tane ayrıntı yazabilirim buraya) resmen Pandora'nın içindesiniz.
Oynanış açısından tamamen yeni bir şey kullanmamasına rağmen, mevcut olan iki köklü olguyu birleştirip, ortaya farklı bir şey çıkarmış: rol yapma elementleri ve FPS. Tarihteki ilk "Role Playing Shooter" oyunuyla karşı karşıyayız. Etrafa deli gibi kurşun sıktıktan veya uzaklardan sniper'la bir "headshot çektikten" sonra ekranda yazan "LEVEL UP" yazısı insanın içini bir hoş yapıyor. Oyun dergilerinde Mad-Max ile Diablo 2'nin karışımı olarak nitelenen Borderlands'e ben daha çok Mad-Max, Diablo 2, Call of Duty: Modern Warfare ve World of Warcraft karışımı derim.
- Mad-Max: Atmosferi hık demiş burnundan düşmüş.
- Diablo 2: Seviye atlama(sınıflar ve yetenek ağaçları da cabası). Hatta "playthrough 1", "playthrough 2" gibi olguları da çarpmış. Oyunu bitirdikten sonra aynı silah ve eşyalarla baştan başlayabiliyorsunuz..düşmanlar da kaldıkları yerden devam ediyorlar tabii ki.(Fakat ikiden ileri gitmiyor ve aynı karakterle en fazla 2 kere bitirebiliyorsunuz)
- CoD MW: Kontroller neredeyse aynı. Sağ tuş ile nişan alma, yakın dövüş silahları, bıçak falan...
- WoW: Görevler yapı itibariyle çok benziyor. '3-5 yarasa öldürüp gel'den daha öteye geçmeyen görevler. Seviye atlamak için adam öldürmekten (grinding) çok görevlerden gelen deneyim puanlarına ihtiyacınız var (özellikle ileri seviyelerde).
Ve (oyunun tanıtım video'sunda dediği gibi) yaklaşık 87 "bazilyon" tane silah! Elinize aldığınız her silahın isabet oranından şarjör değiştirme zamanına veya elemental hasar özelliklerine kadar pek çok özelliği geliştirilmiş halini bulabilirsiniz. Kaldı ki bu çeşitlilik, silahın "türünden" sonra geliyor: Hafif/ağır makineli tüfekler, tabancalar ,keskin nişancı tüfekleri, altıpatlarlar, roketatarlar... Hatta ve hatta, bu silah türlerinin hangisini daha çok kullanırsanız, onda uzmanlaşıyorsunuz. Mesela çok tabanca kullandınız; şarjör değiştirme süresi azalıyor, verdiğiniz hasar artıyor, vs.
Elim değmişken sınıfları kısaca anlatayım. Herhangi bir sınıfta yetenek ağacına puan vermeye başlamadan önce her sınıfa özgü bir "action skill" puanı vermemiz gerekiyor. Bu action skill denen şey, oyunda aktif olarak kullandığımız tek yetenek. Ağaçtaki bütün diğer yetenekler oyuna dolaylı olarak etki ediyor.
4 tane sınıf seçeneğimiz var:
- Solider: Makineli tüfek üzerine yoğunlaşabilir ya da takım arkadaşlarınızı iyileştiren sıhhiye tarzı bir eleman olabilirsiniz. Action skill: Scorpio Turret. Bu yetenek sayesinde olduğunuz yerde kendi başına hedef alıp ateş eden bir makinalı tüfek kuruyorsunuz. * Hunter: Keskin nişancı. Evet, o kadar (tamam bazı altıpatlar numaraları var ama). Action skill: Bloodwing. Evcil kuşunuz. Salıyorsunuz adamların üstüne, gerisine karışmıyorsunuz. Sonra "Lan aynı şeyi bana yapmasın bu?" diye kuşkuya düşüyorsunuz. * Siren: Bütün oyunda mevcut olan üç beş hatundan biri (abazan oyun). Mistik biraz kendisi. Elemental hasarı pek bir seviyor. Action skill: Phasewalk. Başka bir boyuta geçip bu boyutta görünmez oluyorsunuz. Bu sırada içinden geçtiğiniz düşmanlara hasar veriyorsunuz. Çok değil, birkaç saniye. * Berserker: Hayvan. Action skill: Berserk. Hayvanlık.
Oyunun çok cici bir de çoklu oyuncu modu var. 4 kişiye kadar destekleyen bu modda oyunun zevkini kat kat yaşıyorsunuz. Zaten bazı yetenekler (iyileştirmek gibi) çoklu oyunculu mod için tasarlanmış. Daha çok oyuncuyla oynarken, düşmanlar da daha güçlü oluyor ve daha yüksek kalitede silahlar düşüyor. Tek kötü tarafı, oyunun ana hikayesini oynamak istiyorsanız herkesin hikayenin tam aynı herinde olmasının gerekliliği.
Oyunun en büyük, aslında o kadar da rahatsız etmeyen ama "Olsaydı iyi olurdu." dedirten sıkıntısı NPC'ler. Yapay zeka veya düşmanlar değil, genel olarak kasabalarda durup size görev veren tipler. Bu arkadaşlar 7/24 HİÇ KIPIRDAMADAN orada öylece duruyorlar. Hani demiştik ya "Aman atmosfer şahane!" diye. O paragraf, bir insanla etkileştiğiniz kısımlar düşünülmeden yazılmıştır. Sizi gerçekten Vault'un peşinde hissettiren Koruyucu Meleğiniz'den (ak sakallı dede'nin taş hatun versiyonu)başka bir şey olmamış oyunda. Gidiyorsunuz görevi (ana görev zincirindeki bir görev) veren ablaya, tutuşturuyorsunuz eline Vault Key Piece'i, ablanın vereceği tepkiyi beklerken karşılaştığınız şey 'Quest Completed' yazısı. O ekranı kapatınca abla yeni görevi veriyor(görev vermek dediğim 2-3 cümle yazıdan başka bir şey değil), sonra "Haydi canım, güle güle. Kolay gelsin.". Hal böyle olunca, oyun hakikaten WoW'a benzemiş; sadece görev yapıp seviye atladığınız no-life tiplerin oynadığı oyun. Zaten görevlerde de yeni bir şey yok. Bir yerden sonra olay 'ha babam adam öldürme'ye geliyor, senaryoyu unutuyorsunuz. Demem o ki, görev veren NPC'leri biraz daha canlı yapabilirlermiş..veya, ne bileyim, oraya buraya ara demo konulabilirmiş.
Yapay zeka demişken, onda sıkıntı yok. Adamlar yeterince zeki. Arada siperin arkasına falan saklanıyorlar.
Kişisel olarak kafayı taktığım son bir husus ise, oynadığınız haritaların sınırları. Abicim, her oyunda haritaların bittiği yerlerde zemine 90 derece dik dağlar olmaz zorunda mı ya? Dipsiz uçurumlar olsun mesela(tamam dipli de olabilir ama atlayınca öl). Borderlands'te var bunlardan bir iki tane; ama yine de içim kararıyor be! Yenilik olarak haritanın kenarlarına robot kontrollü makinalı tüfek kuleleri yerleştirmişler. Dışarı çıkmaya kalktığınızda "Hooop hemşerim, geri bas. ALOO kime diyorum?" efektleriyle size ölene kadar mermi sıkmaya başlıyorlar. En azından haritanın dışında ne olduğunu merak etmiyorsunuz.
Toparlayacak olursak iki türün de (FPS ve RPG) oyuncuları için kesinlikle tatmin edici bir yenilik olan Borderlands, fikrimce sadece yeni bir kapı açtı. Dragon Age ile FRP türünde neler yapılabileceğini gördükten sonra, bu türün çok daha ilerilere götürüleceği aşikar.