Evet, farkındayız Mass Effect'i incelemek için biraz geç kalmış olabiliriz; ancak bu oyunu hiç incelemeden bir kenara da atamazdık. Bu yüzden ilk ikisini tanıtalım, sevdirelim dedik ki üçüncü oyun çıkmadan önce bunları oynayacak vaktiniz olsun. Girişi uzatmadan incelemeye geçiyoruz izninizle.

Mass Effect

Her şey 2148 yılında, Mars'ın keşfi sırasında başladı. Elli bin yıl önce ortadan kaybolmuş bir uygarlığın kalıntıları arasında en uzak yıldızlara bile yolculuğu mümkün kılan teknolojiler bulundu. Bu teknoloji evrenin temel yapı taşı kabul edilen bir enerjiyi kullanıyordu. İnsanlar buna tarihin en önemli keşfi dedi. Galaksinin diğer uygarlıkları ise buna kütle etkisi (Mass Effect) adını veriyor.

Böyle bir açılıştan sonra oyuna hızlı bir giriş yapıyoruz. Gemimizin pilotu ile biraz konuştuktan sonra fark ediyoruz ki diyalog sistemi bildiğimiz sistemlerden biraz farklı. Söyleyeceğimiz şeylerin tamamını yazmaktansa sadece ana fikirleri yazmayı tercih etmiş BioWare. Bu sistem diyalogları daha ilginç hale getirmiş; dinlerken veya ne söyleyeceğinizi düşünürken sıkılmıyorsunuz.

Diyalog ve karakter gelişim ekranı Mass Effect'in rol yapma oyunu (RPG-role playing game) kısmını oluşturuyor. Evet, genel olarak bakıldığında oyun sizi fazla serbest bırakmıyor ve ilk bakışta rol yapma oyunlarından (RYO) çok bir üçüncü şahıs aksiyon oyununu hatırlatıryor. Gerçekten de rol yapma tutkunlarını tatmin edecek bir yapım değil elimizdeki; ama bu eksikliği şahane atmosfer, detaylı evren ve sürükleyici bir senaryo ile kapatmayı da iyi biliyor.

Önceki paragrafta karakter gelişimi demiştim de, bu kısım da alıştığımız RYO'lara göre biraz daha farklı ve detaysız. Güç veya dayanaklılık gibi seçeneklerin yerini dört silah kategorisinden birisini kullanma, canımızın daha hızlı dolmasını sağlama, konuşurken ekstra seçenekleri açma gibi yetenekler mevcut. Konuşurken yeni diyalog seçeneklerini açmanız bazı görevleri daha barışçıl, daha zalim veya daha hızlı bir şekilde bitirmenize yarıyor. Bana sorarsanız asıl rol yapma olayı budur: karakterini nasıl güçlendireceğini düşünmek yerine kendini Shepard’ın yerine koyup onun gibi düşünmek ve karar vermek rol yapma açısından beni daha çok tatmin etti.

O kadar karaker dedikten sonra oyundaki karakterlerden bahsetmemek olmaz. Gemide olduğunuz zaman haricinde yanınızda her zaman iki kişi daha oluyor. Bu iki kişiyi takımınızdan seçiyorsunuz tabii. Takımınız, ikisi insan olmak üzere, toplam altı kişiden oluşuyor. Her bir takım arkadaşınızın ayrı birer hikayesi, birer geçmişi var. Ayrıca bunlardan üçü ile ilişki yaşamanız mümkün. Evet, bir uzaylı ile bile ilişkiye girebiliyorsunuz.

Mass Effect evreni oldukça geniş ve dopdolu bir evren. Hiçbir teknoloji, ırk veya başka bir ayrıntı orada boşuna, laf olsun diye durmuyor. Her şeyin bir hikayesi, bir tarihi var. Zaten siz de gezerken, etrafı incelerken bunun farkına varacaksınız. Günlüğünüz sürekli güncellenecek; ona yeni yeni ayrıntılar, hikayeler eklenecek. Bu kadar güzel bir evren yarattığı için BioWare'i takdir etmemek elde değil. Zaten bu evren de bir iki oyun için yaratılmamış. Şimdiden birkaç kitap ve çizgi roman çıktı bile. Ayrıca film hakları da satıldı. Eğer Mass Effect düzgün bir şekilde beyaz perdeye aktarılabilirse rahatlıkla Star Wars'a rakip olabilir.

Keşif, bahsetmediğim tek konu sanırım. Oyun boyunca aldığınız yan görevlerin çok büyük bir kısımını tamamlamak için farklı gezegenlere gitmeniz gerekiyor. Oyunda gezebileceğiniz onlarca yan gezegen mevcut. Benim şikayetçi olduğum tek kısım bu gezegenler olsa gerek. Yan görevlerin içeriği farklı olmasına karşın gittiğiniz her gezegen birbirinin kopyası ve yaptığınız şeyler genelde hep aynı oluyor. Gezegene 'Mako' denilen bir araç ile iniyorsunuz ki kullanımı çok kolay değil. Hele dağlık bir gezegene indiğinizde oyun tam bir işkenceye dönüşüyor; gideceğiniz yere gidene kadar bol bol sinir krizine giriyorsunuz. Gezegende dolaştığınız tesisler, üsler falan da birbirinin kopyası zaten. Neyse ki bunların hiçbiri ile uğraşmak zorunda değilsiniz. Sıkıldığınız zaman ana görevinize dönebilirsiniz.

Tabii keşfedecek bu kadar çok şey varken Mass Effect'i bir kere oynayıp bırakmak yapımcılara hakaret olur. Hem toplayabileceğiniz birçok başarı (achivement) hem de ilk oynayışınızda kaçırdığınız birçok hikaye ve ayrıntı olacaktır. Ayrıca ikinci oyuna da ilk oyundaki kaydınız ile devam edebilirsiniz; aynı şey üçüncü oyun için de geçerli tabii. Bu yüzden yapacağınız her seçim sonraki iki oyunu da etkileyecektir.

Mass Effect 2

Anton'a buraya kadarki çılgın anlatımından dolayı teşekkür ettikten sonra, konuyu soğutmadan devam ediyoruz. İkinci oyun, ilkinden yaklaşık iki sene sonra Ocak 2010'da PC ve Xbox için, Ocak 2011'de ise PS3 için piyasaya sürülmüş.

Şöyle bir tepeden baktığımız zaman, BioWare ilk oyundaki havayı büyük ölçüde korumuş. Ana kahramanımız aynı; yine Commander Shepard'ı yönetiyoruz. Oynanış da ana hatlarıyla aynı. Zamanı durdurup ekibimizdeki elemanlara “Hacı, sen şuraya geç.”, “Dayı, sen buna saldır.” komutları veriyoruz. Mekanlar ve kişilerin bir bölümü de Mass Effect 2'nin ilk oyunla ortak taraflarından.

Evet, hikayesinden başlayalım. İlk oyunun sonundaki olaylardan (Ne olduğunu tabii ki söylemeyeceğim) haftalar sonrasındayız. Bizim Shepard'ın ünü tüm galaksi çapında (hatta daha ötesinde) artmış, kendisi resmen kahraman olmuştur. Fakat biraz fazla ünlenmiş olacak ki, birkaç sıkıntılı düşman da edinmiştir. Ne idüğü belirsiz bir gemi tarafından beklemediği anda saldırıya uğrayan biricik gemimiz SSV Normandy SR-1, paramparça olup mürettebatının çoğunu kaybeder. Bu mürettebatın arasında Shepard'da vardır. (Evet, oyuna ana karakterin ölümüyle başlıyoruz). Fakat, gerçekten büyük işler başarma potansiyeline sahip olan bu insanın, tam da ‘galaksinin ona ihtiyacı olduğu’ bir zamanda kayıp gitmesi, -ilk oyundan da tanıdığımız- Cerberus adlı gizli organizasyonun içine sinmez. Lazarus Projesi gibi karizmatik bir ismi olan proje kapsamında Cerberus, iki senelik uğraşlardan sonra Shepard'ımızı tekrar hayata döndürür. Cerberus'un Martin Sheen kılıklı, sigara tiryakisi patronu Illusive Man denen adam bize son zamanlarda galakside rastgele insan kolonilerinin kaybolduğunu anlatır. Elimize eskisinin geliştirilmiş sürümü olan Normandy SR-2'nin anahtarlarını tutuşturarak “Al sana yeni gemi, yeni mürettebat; git kendine bir ekip kur ve olayı araştır.” der. Biz de, eski güvenilir dostumuz, şakacı pilotumuz Joker'i yanımıza alıp galaksideki yolculuğumuza başlarız.

Normandy'e adım attığınız andan itibaren, her şeyiyle emrinize amade olan bir geminiz olduğu resmen gözünüze sokuluyor. Tuvaletlerine kadar tasarlanmış iç mekan, cephanelik, laboratuvar, revir, mutfak; halini hatrını sorabildiğiniz, siz gidince kendi aralarında geyik yapan mürettebat; tamamen şahsınıza ayrılmış bir oda, balık falan besleyebileceğiniz bir akvaryum (beslemezseniz ölüyor hayvan), görevlerinize ilişkin bilgiler veya kurtardığınız elemanların teşekkür mesajlarının geldiği kişisel bilgisayarınız (“Bu mesajı 10 kişiye yollarsan, sevdiğin kişi de seni sevecek.” tarzı mesajlar da geliyor), yanlış tuvalete girdiğiniz zaman “Hocam, erkekler tuvaleti şu tarafta.” diyen geminin yapay zekası… Diyorsunuz ki; “Tamam, ben bu görevde yalnız değilim. Elimin altında kocaman bir gemi var ve bu gemi benim sorumluluğumda.”. Bu nedenle çoğu oyunda olan ana kahraman/yalnız kovboy görüntüsünden bu oyunda eser yok.

Hikayenin akışı boyunca genellikle ekibinizle ilgileneceksiniz. Gerek ekibe birilerini katmak gerekse hali hazırda emrinizde olan tiplerin “Komutanım, geçen babam aradı yardım lazımmış.”, “Komutanım, kızım kötü yola düşmüş, bi' zahmet ilgilenelim.”, ”Komutanım yıllardır görmediğim ikizimi buldum, tehlike altındaymış; n'olursunuz yardım edelim!” gibi kişisel isteklerini yerine getirmek adına galaksinin her köşesine eliniz değmiş olacak. Ekibinizde oyun boyunca yer alabilecek on tane elemanın her birini bulup sizinle çalışmaya ikna etmesi, o elemanın ricasını -zorunlu olmamakla birlikte- dikkate alması... Demek istediğim şey, ekibinize bu zamanı harcarken, ana göreviniz olan kayıp koloniciler bir kenarda duruyor. Onlar bir kenarda durdukça hikaye, “Kayıp kolonicileri kaçıran ibişleri durduracağız ve insanları kurtaracağız arkadaşlar, merak etmeyin.” demekten ileri gitmiyor. Ana görev zor ilerliyor yani. Oyunun ilk yüzde 70'lik bölümünde galaksiyi kurtarmaktan ziyade kendinizi özel dedektif gibi hissediyorsunuz. Sadece o efsanevi son bölüme geldiğiniz zaman, “Vay anasını be! Meğerse işin aslı neymiş de biz neyle uğraşıyormuşuz.” diyorsunuz. Ha, tabii ki oyun sonunun bir ağırlığı olacak, bir etkileyiciliği olacak. Laf ona değil. Diyorum ki; yan görevlerin çokluğu ve sağlamlığı nedeniyle ana görev arada güdük kalmış. Oyunun genelinde kendinizi bir şeye adamış gibi hissetmiyorsunuz.

Galaksinin her köşesi derken, şaka değil. Galaksideki yirmi küsur yıldız sistemi keşfedilmeyi beklemekte. Her sistemde ise üç beş yıldız, bu yıldızların etrafında da çeşitli sayıda gezegenler var. Burada BioWare, yine BioWare'lığını konuşturmuş ve onlarca gezegenin her birinin kısa kısa hikayelerini yazmış. Hani, yalnızca birkaç paragraf yazıdan ibaret olmalarına rağmen, detaylarıyla işlenmiş; bir evrenin içinde olduğununuz hissini başarıyla vermiş. Tabii bu gezegenler sadece seyirlik şeyler değil. Maden tarayıcınızı kullanarak yörüngeden gezegeni karış karış (gerçekten karış karış) tarıyorsunuz ve belli madenlerin cevherlerini buldukça o madenleri topluyorsunuz. Bu kaynakları kullanarak elinizdeki silahlardan kalkanlarınıza, ekibizin biyotik güçlerinden geminizin silahlarına kadar pek çok şeyi geliştiriyorsunuz. Bunun yanında tarayıcınıza gezegenden bir yardım çağırısı takılabiliyor ve gezegene inip nereden geldiğini araştırıyorsunuz. Bakıyorsunuz bir suç şebekesinin sadece bir ayağı burada. Diğerlerini çökertmek için galaksinin diğer tarafına gidiyorsunuz. Alın size havadan gelen bir yan görev.

Efendim, şimdi gelelim Mass Effect 2'yi Mass Effect 2 yapan şeylerin ilkine: verdiğiniz kararlar. Seçimlerinizin bu kadar çok şeyi etkilediği bir oyunu çok nadir bulursunuz. Şöyle diyeyim; son görevinizin nasıl sonuçlanacağı, oyun içinde verdiğiniz kararlara bağlı. Bir süreç boyunca yaptığınız birçok seçimin tamamı, oyunun nasıl biteceğini ciddi biçimde etkiliyor; yani oyunu 10 kere oynayıp son bölümü 10 farklı şekilde bitirebilirsiniz (Bunların içinde Shepard'ın ölümü de var). Tabii ki bu çeşitlilik oyunun sonuyla sınırlı değil. Çoğu yerde yaptığınız seçimler, hikayeyi etkilesin veya etkilemesin, oyundan aldığınız zevki katlayarak artırıyor. Hatta bu 'kelebek etkileri' bu oyunla da sınırlı değil! Mass Effect 2'de sıfırdan bir Shepard yaratabilme yeteneğinin yanında, ilk oyundaki Shepard ile devam etme seçeneği de sunuluyor size. Alliance askeri olan Shepard'ın aldığı kararların sonuçlarını ikinci oyunda birçok yerde görüyoruz. Arada sırada gözünüze takılan tanıdık yüzlerle konuştuğunuz zaman “Abi ben Bilmemne kolonisinden Sebastian, hatırlıyor musun? Beni şurada şöyle böyle kurtarmıştın.” laflarını duyuyorsunuz. Bunların bazıları iki satır konuşmadan ibaret tipler değil. İlk oyunda olduğu gibi ikinci oyunun hikayesinde de büyük pay sahibi karakterler. Üçüncü oyunda da aynı şekilde ikinci oyunu bitirdiğiniz ve hayatta kalmayı başardığınız (eğer başarabilirseniz) Shepard'ınızla oynayabileceksiniz. Tabii ilk iki oyundan izler bulmayı da bekleyeceğiz.

Mass Effect 2'nin getirdiği tatlı yeniliklerden biri de, bu kararların karşılıklı konuşmalarla sınırlı olmaması. Mesela bir ara demo'nun ortasında arkadaşınız birden silahsız düşmanınıza silahını çekip tam ateş edecekken, o an ekranın sağ altında çıkan ve yanıp sönen mavi 'Paragon' ibaresine uyup farenin sağ tuşuna tıklarsanız, Shepard arkadaşını engelleyip “Dur dostum ne yapıyorsun? Bırak, o buna değmez!” gibi sözlerle onu ikna ediyor. Tıklamazsanız da bir saniye sonra ibare kayboluyor ve arkadaşınız gereğini yapıyor. 'Paragon' gibi 'Renegade' ibaresinin göründüğü yerler de oluyor. Buralarda da Shepard'dan atarlı hareketler (yumruk, tekme, ateş etme vb.) beklemeniz gerekiyor (Dövdüğüm muhabir hala gözlerimin önünde..gerçi kaşınmıştı ama.). Kendinizi Shepard'ın rolüne iyice gömüyorsunuz yani.

Oyun içindeki bildik rol yapma unsurlarının yanında sevgili BioWare'cığımız, oraya buraya çaktırmadan serpiştirdiği birkaç şeyle, oyuncu olarak sizin oyun içinde kendinizi çok daha etkili ifade edebilmenizi sağlamış. Ne mi demek istiyorum? Hemen anlatayım. Efendim günümüz dünyasında biz deriz ki: “Irkçılık kötüdür, ayrım yapmamalıyız; insanı insan olduğu için sevmeliyiz.”. Örneğin Hitler kendisi Alman ırkının üstün olduğunu düşünüyordu. Peki birkaç yüzyıl ileriye gidip insanlığı başka uzaylı medeniyetlerle tanıştıralım. Bu medeniyetler de insanlığı hor görsünler; çünkü nispeten yeni yetme olarak insanlık, hırslı yapısıyla hızla galaktik medeniyetler arasında yükselmekte. Hala günümüz dünyası etiğini kullanarak, “Irkçılık yapmamalıyız. Asari, Turian, Salarian, insan diye ayırım yapmamalıyız. İnsan ırkı hiçbir ırktan üstün değildir.” yargısına varabilir miydik? Özellikle resmen hayatımızı borçlu olduğumuz Cerberus ve Illusive Man tam anlamıyla 'insan ırkçılığı' yaparken oyunun çeşitli yerlerindeki diyaloglarda duyduğumuz “Cerberus rezil bir kurumdur; pis, rezil herifler!” gibi kötü izlenimlerin dışa vurumlarına cevabı yapıştırmadan önce hiç değilse bir durup düşünüyoruz. Bu tip diyaloglarda da cevap seçeneklerimizin arasında hep “Haklısın kardeş, ben de güvenmiyorum Cerberus'a.” ve “Yok be kanka, Cerberus kötü değil aslında, iyi niyetli.” kalıbında şeyler -hikayeye etki etmemesine rağmen- yer alınca, rol yapma olayı “A hatunuyla mı yatsam, B hatunuyla mı yatsam?” seçiminden daha öteye gidiyor. Hele bir de Krogan soykırımı var ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Oynayıp görmeniz lazım.

Kısa Kısa

  • İlk oyundaki kilitli kapıları açmak için yapmanız gereken kilit dürtükleme oyunu, ikinci oyunda yerini başka bir oyuna bırakmış. Sadece kapılar değil, para kasalarındaki paralara veya bilgisayarlardaki geliştirmelere erişebilmek için, yaklaşık 30 saniyenizi ayırıp 'eşini bul' oynamanız gerekiyor.
  • Sonunda bir oyunda adamın silahı neresinde taşıdığını net olarak görebiliyoruz. Baktığınız zaman milletin sırtında, yanında, belinde falan silahlar var. Gömlek cebinden roketatar çıkarmaya son!
  • İlk oyundaki kafa karıştırıcı envanterden sonra, ikinci oyunda BioWare entanveri tamamiyle çöpe atmış. Oyunun sadece birkaç yerinde tamamen yeni silah buluyorsunuz. Zırhınızı da şehirlerdeki esnaftan temin etmeniz gerekiyor. Sınırsız cephane olayı da yok artık. Düşmanlarınızdan bulduğunuz mermileri kullanmak zorundasınız.
  • Zırh demişken, zırhınızın desenini ve rengini değiştirebiliyorsunuz. Pembiş pembiş gezen janjanlı bir Shepard'ınız pekala olabilir.

  • Gezegenlerden maden tırtıklama olayı ile BioWare'ın da insanlardan oluştuğunu ve arada hatalar yapabildiğini anlıyoruz. Saatlerinizi eblehliğin doruk noktasında, yuvarlak bir şeyi gezegen üstünde gezdirerek geçireceksiniz. Tamam, kaynaklar havadan gelmesin, o kadar da değil de; gezegendeki tüm apartmanları anketör gibi kapı kapı dolaşıp, “Birader platinyum var mı sizde?” diye sormak, bir yerden sonra hakikaten bunaltıyor. Hele ki sniper hasarı geliştirmesine daha 25000 birim platinyum olduğunu görünce havalarda uçuyorsunuz, şahitleriniz oluyor.

  • Romantizme tam gaz devam! İlk oyundaki o 'şehvet dolu' sahneleri bulmayı beklemeyin; ama Miranda'nın gelip kulağınıza “Kazan dairesini ayarladım, beş dakikaya orada ol. ;-)” diye fısıldaması, aşağıda sizi 'sıcak' anların beklediğinin habercisi oluyor. Güvenin bana. Biliyoruz da konuşuyoruz. Tabii isterseniz, Mass Effect 1'deki aşkınıza sadık kalıp, Mass Effect 3'te daha farklı olaylara tanıklık edebilirsiniz (diye tahmin ediyoruz).

  • Efendim tamam İngilizce öğrenmek gerekli bir şey; fakat koca galaksideki istisnasız herkesin İngilizce konuşması, bu dilin gereklilikten çok zorunluluk olduğunu gösteriyor (eğitim şart). Ayrıca hiç Çinli göremememiz de oyunun inandırıcılığını büyük ölçüde sarsıyor.

  • Bunu okuyorsanız ve hala Mass Effect 1 veya 2 oynamamışsanız hemen ilk oyundan başlayın. Hem hikayeyi daha iyi anlıyorsunuz hem de ikinci oyunda karşısınıza çıkan ilk oyun kalıntılarının nerelerden geldiği hakkında bir fikriniz olur. Yoksa benim gibi ilk oynayışınızdayken kafanızda “Kim ya bu Saren? Sovereign diye biri de varmış, bir ara da dövmüşüm ben onu.” gibi soru işaretleri gezinip durur.

  • Oyun için 90 ses sanatçısı, toplamda 546 karakterin 25 bin satırın üzerinde konuşmasını seslendirmiş. Bu sanatçılarında arasında Martin Sheen, Carrie-Anne Moss, Seth Green, Yvonne Strahovski gibi tanıdık isimler de var. Shepard'(lar)a ise, ilk oyunda olduğu gibi, Mark Meer ve Jennifer Hale sesleriyle hayat vermişler. Benden duymuş olmayın da, hatun Shepard'ın sesi daha bir şey geliyor kulağa… Şey işte.. anladınız siz.

  • Erkek Shepard'ın varsayılan (oyunun kapağındaki) suratı ile Volkan Demirel arasında enteresan bir benzerlik var. (Volkan ne yaptın). Jack de Alex de Souza'ya benziyor. BioWare Fenerli'ymiş; buradan bunu anlıyoruz.

  • Üçüncü oyunun da tanıtım filmi yayınlandı. 2011'in son çeyreğinde çıkması planlanan oyunda daha tanıdık mekanlarda savaşacağız gibi görünüyor. Neymiş, Reaper'ları kızdırmayacakmışız.

  • Müziklerde ise Jack Wall'un imzası var. Şahane diyebilirim. Özellikle son görev sırasında çalan şarkı (Suicide Mission) tadından yenmez.

  • Unutmadan belirtelim, BioWare bir film projesi için Legendary Pictures ile anlaşmış. Çıkış tarihi veya oyuncularının kimler olacağı henüz belli olmasa da er ya da geç Shepard'ı beyaz perdede göreceğiz.

Efendim yazının sonuna yaklaşırken şunu belirtmek isterim: Bütün oyun otoriteleri tarafından 10 üzerinden en az 9 puan alan ve sürüyle ödüle layık görülen bir oyundan bahsediyoruz. Adamların bir bildiği var. Kendilerine kulak verip bu oyunu oynamak sizin kesinlikle yararınıza olacaktır. Vaktinizi boşa harcamayacak bir oyun olduğunu garanti edebilirim. Gelecek ayki Dragon Age 2 yazımızda görüşmek üzere, sağlıcakla ka---ASSUMING DIRECT CONTROL

Kaynaklar