Bu ay sizin için Facebook ürün yöneticilerinden Erbil Karaman'la görüştük. Uzun bir tanıtıma girişmek yerine hemen sohbetimize başlayalım!

İ.U: Merhaba Erbil. Öncelikle bize biraz Facebook'ta neler yaptığınadn bahset istersen. Orada bir günün nasıl geçiyor?

E.K: Merhaba İlim. Facebook’ta Büyüme ve Mobil Stratejileri Departmanı'nda ürün yöneticiliği yapıyorum. Kendimizde sürekli sorduğumuz soru şu: "Nasıl dünyadaki tüm insanları sevdikleriyle iletişim içerisinde tutabiliriz?". Ben de bu hedefin stratejik parçalarını oluşturmaya, bununla ilgili üründe gerek döngüsel(iterational) gerekse devrimsel değişiklikleri tanımlamaya odaklanıyorum.

Facebook teknoloji dünyasındaki hemen her şirketten çok daha hızlı ilerlemeyi başarısının vazgeçilmez bir parçası olarak görüyor. Dolayısıyla çok rutin bir günümüz ya da 6 aylık planlarımız yok. Her sabah kalktığımda bugünümü en etkili nasıl geçirebileceğimi düşünüyor, ona göre bir günlük bir plan ile hareket etmeye calışıyorum. Gün içerisinde anlık olarak aklıma takılan şeyleri iş arkadaşlarımla paylaşmayı seviyorum; paylaşırken öğrendiğim ya da fark ettiğim detaylar oluyor. Tabii ki devam eden projelerin takibi ve analizlerini de yapıyoruz. Bu takip Scrum süreçlerine benzer bir yapıda işliyor.

İ.U: Facebook gerek işlediği verinin boyutu gerekse kullanıcı trafiği açısından artık Google ve Amazon gibi büyük oyuncuların arasında sayılıyor. Facebook'ta bu kadar büyük miktarda veri ve çok sayıda kullanıcıya hizmet sunarken karşılaştığınız problemler neler? Çözüm üretmek için ne gibi stratejiler izliyorsunuz? Buna ilişkin ilginç bir anın var mı?

E.K: Facebook elindeki verinin türü nedeniyle aslında aşırı özel bir konuma sahip. İnsanların hayatından her gün birer kesit alıyoruz adeta. Bu yüzlerce petabyte veriye denk geliyor; yani insanlık tarihinde yazılmış tüm eserleri ve günlükleri bir araya koysanız bile onun belki iki misli kadar veri.

Sorun bu veriyi saklamaktan ziyade analiz etmekte. Ürün gereği sorduğumuz soruların hepsi insani ve insanların davranış biçimlerini anlamaya yönelik. Böyle bir veriye sadece bireysel bakamıyorsunuz, insanları sosyal bağlantılarıyla da değerlendirmeniz gerekiyor. Yaptığımız birçok deneyde ağ etkisi(network effect) dediğimiz, ölçümlemesi oldukça zor davranış şekilleri gözlemliyoruz. Ne mutlu ki BigData teknolojileri üzerine çalışan oldukça yetenekli bir ekip ve veri bilimci arkadaşlarımız sürekli olarak bu veriyi analiz etmemizi ve anlamlandırmamızı kolaylaştıracak ürünler ve teknolojiler geliştiriyor.

Bir de işin gerçek zamanlı veri aktarımı boyutu var. Facebook insanların dünya genelinde mobil ortamda -açık ara- en fazla zaman geçirdiği uygulama. Yalnız dünyadaki mobil kullanıcıların farklı bağlantı hızlarını ve mobil verinin pahalılığını göz önünde bulundurduğunuzda alışılagelmiş yöntemlerle Facebook verisini aktarmanın mümkün olmadığını görüyoruz. Yine büyük bir emek kullanıcılara sadece ihtiyaçları olacak veriyi en sıkıştırılmış haliyle, en doğru zamanda iletmeye harcanıyor.

İ.U: Çoğu yazılım geliştiricinin çalışma hayali kurduğu bir şirkettesin. Bulunduğun noktaya gelene kadar yaptığın yolculuğu kısaca anlatır mısın? Nerede okudun? Ne gibi iş ve hayat tecrübelerinin seni bu noktaya taşıdığını düşünüyorsun?

E.K: Ergenlik öncesi dönemin, insanların gelecekleri açısından en belirleyici dönem olduğuna dair birçok çalışma var. Bence de, okul ve iş tecrübesi insana sadece adım attırıyor hayatta. Uçmak istiyorsanız iki kanat takıp Galata Kulesi'nin tepesinden atlayacak kadar yürekli olmanız gerekiyor. Bu nedenle asıl belirleyici olan hayata bakış açınız, nasıl yaşadığınız, elinizdeki fırsatları nasıl değerlendirdiğiniz. Benim için de tutkularla yaşamak, her konuda limitleri zorlamak, elimdeki fırsatlarla yetinmemek, öğrenmekten ve bu öğrendiklerimi üretime dökmekten aşırı haz almak belirleyici oldu diyebilirim.

ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği’ne henüz yeni başlamışken hem maddi imkansızlıklardan sıyrılmak hem de öğrendiklerimi üretime çevirmek için çalışmaya karar verdim. Hem okulda hem de iş hayatında elbette ki ilham aldığım, birlikte çalışırken çok şey öğrendiğim dostlarım oldu. Ortak tutkulara sahip olduğum bu dostlarımın da birçoğu bugün Silikon Vadisi'nde türlü başarılara imza atıyorlar.

İ.U: Facebook'taki çalışmaların dışında bazı girişimlere akıl hocalığı(mentor) yaptığını, girişimcilikle ilgili olduğunu da biliyorum. Kısa veya orta vadede kendi girişiminin olmasını planlıyor musun? Aklında ürüne dönüştürmeyi planladığın bir fikir var mı?

E.K: Öncelikle istersen girişimciliği tanımlamaya çalışalım. Girişimcilik iş adamlığına soyunmak mıdır? Girişimcilik kendi şirketini kurmak mıdır? Girişimcilik bir alan adı(domain) satın alıp üstüne klon bir proje koymak mıdır? Hayır. Bu saydıklarım ve bugün kendine girişimci demeyi tercih eden birçok kişinin yaptıkları, aslında küçük sermayecilikten başka bir şey değildir. Bu durum, teknolojinin en değerli tüketici ihtiyacına dönüşmesinin, neredeyse hiç giriş bariyeri bulundurmayan bir iş dalı olmasının, bulut teknolojileriyle baslangıç sermayesi ihtiyacının da sıfır seviyesine inmesinin doğal bir sonucudur. Bence gerçek girişimcilik boyundan büyük işlere kalkışmak, yolunda gitmeyen bir şeyleri -bazen de tüm dünyayı ve insanlığın geleceğini- değiştirmeye çalışmaktır.

Bu nedenle şu ana kadar yaptıklarımı, Facebook'taki süreci ve melek yatırımcı ya da akıl hocası olarak dünyayi değiştirme tutkusu olan genç girişimcilere destek vermemi, girişimcilik serüvenimin bir parçası olarak görüyorum.

Elbette ürüne dönüştürmek istediğim, yine boyumu aşan fikirlerim var; ancak şu an için birçoğu kuluçka döneminde. Bu fikirler yeterli olgunluğa ulaşıp doğru yol arkadaşlarıyla bir araya geldiğimizde eminim bazıları hayata geçecektir.

İ.U: Gerek Facebook çalışanı olarak gerekse girişimlere yakınlığınla edindiğin tecrübelere göre sence bilişim sektöründe önümüzdeki yıllarda neler yaşanacak? Hangi alanlarda ilginç gelişmeler olacağını düşünüyorsun?

E.K: En önemli gelişme, daha önce internete çeşitli sebeplerle erişimi olmayan milyarlarca insanın mobil internet aracılığı ile teknolojiyle tanışması ve internete bağlanması olacak. Akıllı cep telefonu fiyatları herkesin alabileceği seviyelere kadar düşecek. Bu dünya ekonomik ve siyasi dengelerinde kimsenin öngörmediği değişimlere yol açacak. Bu yeni neslin internet adaptosyonu ile birlikte elektronik eğitim reformları daha da hız kazanacak.

Mobil dünyasında Güney Koreli Samsung ve Çinli teknoloji firmaları, pazarın kontrolünü ellerine geçirecekler. Özellikle donanım konusundaki yeniliklerin çoğu bu ülkelerden gelecek. Kağıt inceliğinde ve esnekliğinde HD ekranlar, kontakt lens formunda sanal gerçeklik aparatları hiç de uzak değiller. Mobil yazılım alanındaki yenilikler konusunda da Asyalı firmaların Silikon Vadisi'ni zorlayacaklarını düşünüyorum.

Bilginin İlgililiği (Information Relevance) saniye başına düşen dijital bilginin sürekli artmasından dolayı gittikçe daha fazla önem kazanacak. Bu, firmaları klasik arama motoru formatının dışında çözümler bulmaya itecek.

Mobil, birçok bilim dalının hayatımıza daha etkin bir şekilde girmesine ön ayak olacak. Özellikle sağlık sektörünün mobil ile reaktif bir yapıdan daha koruyucu bir yapıya dönüşeceği kanaatindeyim. İnsanlar hastalandıklarında doktora gitmek yerine bilinçli bir şekilde sağlıklı kalmaya çalışacaklar.

İ.U: Facebook yerleşkesi Silikon Vadisi olarak da bildiğimiz alanda yer alıyor. Silikon Vadisi'nin nasıl bir ekosistemi var? Sence Silikon Vadisi, tüm dünyada büyük bir hayranlıkla adından söz edilen bir üretim ve araştırma platosu olmayı nasıl başarıyor?

E.K: Bu işin bir reçetesi olmasa da Silikon Vadisi'nin geçmişine baktığımızda birkaç önemli detay yakalayabiliriz. Stanford Üniversitesi özellikle İkinci Dünya Savaşı döneminde kendini önemli bir teknoloji araştırma üssüne dönüştürüp on milyonlarca dolarlık araştırma fonu çekiyor. Bu fonlarla bine yakin doktoralı mühendisin birlikte çalıştığı laboratuarlar kuruyor. Üniversite yönetiminin araştırma sonucu üretilenleri ticarileştirme hevesi girişimci bir kültürün oluşmasına, Hewlett-Packard ve daha nice teknoloji devinin ortaya çıkmasına sebep oluyor.

İlk internetin ve silikon işlemcilerin yine bu bölgede icat edilmesiyle Silikon Vadisi, bilgisayar endüstrisinin kalbi konumuna geliyor. Apple gibi bu silikon teknolojisinden beslenen kişisel bilgisayar firmalarının borsadaki başarısının ardından milyarlarca dolar risk sermayesi Vadi'ye akıp yeni teknoloji girişimlerini deteklemeye başlıyor. Günümüze kadar gelen bu sermaye, üniversite ve sanayi işbirliği; yarım asırda insanlık tarihini değiştiren başarı hikayeleri, pozitivist kültür ve dünyanın dört bir yanından Vadi'ye akın eden yüz binlerce teknoloji fanatiği bu ekosistemin vazgeçilmez parçaları diyebilirim.

İ.U: Vadi'deki Türk girişimlerinin de gün geçtikçe arttığını biliyoruz. Ancak bu şirketlerin adı Türkiye'de nedense pek az duyuluyor. Bu girişimler arasındaki iletişim ve yardımlaşma hakkında neler düşünüyorsun?

E.K: "Vadi'deki Türk Mafyası" diye anılıyoruz bazen. Bu "The PayPal Mafia"dan gelen esprili bir terim. Yüksek enerjili, son derece zeki ve azimli birçok Türk arkadaşımız küresel ölçekte girişimlere soyunuyorlar. Bu girişimlerin Turkiye’de çok duyulmamasına açıkçası çok şaşırmıyorum. Doğan Abi'miz yarı çıplak kadınlara ve paparazzi modundaki spor haberlerine çok daha fazla ilgi duyuyor belli ki!

Girişimcilik oldukça zor bir iş. Gözlemlediğim kadarıyla da birçok arkadaşımız böyle bir dayanışmanın içerisinde yer almak icin yoğun çaba sarf ediyor. Ancak şu da bir gerçek ki hepimiz genciz; hepimizin tecrübesi ve imkanları oldukca kısıtlı. Dolayısıyla bu dayanışmanın çapı da kısıtlı. Zamanla mutlaka içimizden olağanüstü başarılara imza atacak arkadaşlar çıkacak. Bu kırılma yaşandıktan sonra da Vadi'deki bu "Türk Mafyası"nın çok daha kuvvetleneceği kanaatindeyim.

İ.U: Sanırım Silikon Vadisi'nin dünya çapındaki çekiciliğinin ciddi bir kısmı da, yeni girişimleri destekleyen bir yapısı olmasından kaynaklanıyor. Silikon Vadisi bir fikri olan girişimcilere neler sağlayabiliyor?

E.K: Yaşayan her insanın eminim ki bir fikri var. O nedenle sadece fikri olan değil de, fikrini başarıya dönüştürebilecek yeteneği ve azmi olan girişimcilere neler sağlayabiliyor diye düşünelim.

Girişim sermayesi birçok girişimci için tabii ki bu işin en çekici kısmı. Sermaye dışında hemen hemen her konuda akıl danışabileceğiniz binlerce dahi insan en fazla birkaç kilometre ötenizde yaşıyor. YCombinator, 500 Start-ups gibi onlarca kuluçka merkezi hem yatırımcıları hem de akıl hocalarını çok daha dar bir alanda bir araya getiriyor. Buraya geldiğiniz günden itibaren Vadi'nin kendine has girişimcilik kültüründen beslenmeye başlıyorsunuz.Hepsinden daha önemlisi, inanılmaz yetenekli bir mühendis havuzunun içerisindesiniz. Daha ne olsun!

İ.U: Biraz da yurtdışında çalışmak konusuna değinmek istiyorum. Bildiğim kadarıyla Facebook, Google gibi büyük firmaların işe alım süreci sırasında onlar çalışma izni alınmasında da yardımcı oluyorlar. Ancak bu firmalar dışındakileri de göz önünde bulundurursan, Amerikan vatandaşı olmayan biri için Birleşik Devletler'de çalışabilmenin süreci nasıl işliyor?

E.K: Buradaki bütün teknoloji şirketleri bir mühendisi kadrolarına katmak istedikleri zaman gerekli her türlü izni alıyorlar. Zamanlama açısından H1B çalışma vizesi ile -ki çoğunlugun aldığı vize turu budur- gelecek olanların, son başvurusu Nisan ayında olduğu için, sözleşmelerini en geç yılın Mart ayı gibi yapması gerekiyor. İş başvuru ve mülakat süreçlerinin bir ay kadar sürebildiğini göz önünde bulundurarak hareket etmekte fayda var.

Sürecin asıl kilit noktası, bir teknoloji şirketinin sizi nasıl fark etmesini sağlayacaksınız? Ne yazık ki bu konuda çok az emek harcıyor gelmeyi düşünen arkadaşlar. Birçok şirket CV'ye değil mühendislerin github profillerine, bireysel yazılım portfolyolarına, katkıda bulundukları açık kaynak kodlu yazılımlara değer veriyor, bu tür yazılım platformlarında aktif mühendislerin peşine düşüyorlar. Ben bu şekilde henüz üniversite ikinci sınıftayken hiç başvurmadığım halde hem Google hem de Yahoo’dan mulakat teklifi almıştım.

Eğer kafanızda başvurmayı düşündüğünüz şirketler varsa bu şirketlerde referans bulmaya çalışın. Şirketin bir çalışanı yaptığınız işe kefil oluyorsa mülakat alma şansınız çok daha yüksek olacaktır. Bu özellikle daha büyük ölçekteki teknoloji şirketleri için geçerli. Büyük şirketlerle yapılan mülakatların çok standart bir içeriği vardır. Yine çok yapılan bir hata, bu mülakatlarda sorulan soru tiplerini araştırmadan ve hazırlanmadan mülakata girmek. Ben genellikle bir aylık bir hazırlanma süreci öneriyorum arkadaşlara.

Kuvvetli bir teknik profiliniz var; ancak referans bulamıyor iseniz ilgilendiğiniz şirketlerle direk temasa geçmeye çalışabilir ya da kafa avcısı(head hunter) diye bilinen insan kaynakları şirketleriyle anlaşıp iş bulma sürecinizde yardım isteyebilirsiniz. Riviera Partners bu şirketlerden biri.

İ.U: Türkiye'de ve ABD'de profesyonel deneyimleri olan bir geliştiricisin. Bu iki ülkede yazılım geliştirmeye, bilgisayar bilimine ve bilgisayar mühendisliğine bakış açısı arasında ne gibi farklar gözlemledin?

E.K: Bu ülkelerden birinin en zenginler listesinde teknoloji şirketi kuruculari varken, diğerininkinde müteahhitler, bankacılar, yan sanayi komisyoncuları ve medya patronları var. Bu ülkelerin birinde bilgisayar bilimi en iyi öğrencilerin ilk tercihiyken diğerinde her geçen yıl popülerliğini yitiriyor. Bu ülkelerin birinde bilgisayar bilimi mezunları girişim dünyasının yıldızları olup küresel ölçekteki problemlere teknoloji ile çözüm arıyorken diğerinde mezunlar sendikalaşma derdine düşüyor. Bunlar bilişim çağında gözlemlemesi oldukça acı farklılıklar.

İ.U: Sence Türkiye'de Bilgisayar Bilimi veya Mühendisliği bölümlerinde verilen eğitimin iyi ve kötü yanları neler?

E.K: Sonucundan direk etkinlendiğim için bu konuya üniversite yıllarımda oldukça fazla kafa yorardım. MIT’nin, Stanford’ın eğitim programlarını inceler, University of Waterloo’yu bu kadar başarılı yapan üniversite-sanayi işbirliğinin yapı taşlarını anlamaya, çıkarımlarımı hocalarımla paylaşmaya çalışırdım.

Bugün pratikte vardığım sonuç şu: bilgisayar bilimi eğitimi almayı düşünen arkadaşlar, asla kendilerine 'verilen' eğitimle yetinmemeliler. Günümüzdeki elektronik eğitim reformları sayesinde birçok bilgisayar bilimi dersi, çeşitli formatlarda tüm dünyaya sunulmuş durumda. Eğer bir bilgisayar bilimi öğrencisi, Stanford’ın ve MIT’nin ders videolarını izlemeden, coursera.com’daki devasa içeriklerden faydalanmadan, en az üç dört edet açık kaynak kodlu projeye katkıda bulunmadan, Google Summer of Code gibi programlara katılmadan, en az bir akademik makale yayımlamadan mezun oluyorsa, bu 'verilmeyen' eğitimin değil, 'almayan' öğrencinin eksikliğidir.

Ülkenin içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulduğunda öğrencilerin bir eğitim reformu beklentisi içerisinde olmaları -atalete sebebiyet vereceğinden- en büyük hata olacaktır. Öğrenciler, internetin nimetlerinden faydalanıp 'öğrenme reformu' yapmalıdır.

İ.U: Hem yazılım ve ürün geliştirmeye hem de girişimciliğe ilgi duyan pek çok okurumuz var. Onlara verebileceğin tavsiyeler neler?

E.K: Az önce de belirttiğim gibi artık öğrenmemek ve üretmemek için hiçbir bahanemiz yok. Etrafınızda gözlemlediğiniz, çözümü günlük hayatınıza kalite katacak sorunlarla başlayabilir, bunlara çözüm üretirken öğrenmeye devam edebilirsiniz. İşin en keyifli tarafı da benzer sorunlara çözüm arayan arkadaşlarınızı bulup -ya da onları bu çözümün faydaları konusunda ikna edip- birlikte bir şeyler üretmeniz. Dünyanın en başarılı teknoloji şirketlerine baktığınızda, hepsinde bu tür ufak arkadaş gruplarının ortak bir çalışmasını göreceksiniz.

Etrafınızdaki problemlere çözüm sunmayı bir alışkanlık haline getirdiğimiz zaman, daha büyük sorunlarla mücadele etmek için gereken özgüveni de zaten kendinizde bulacaksınız. Eğer bugüne kadar okulda aldığınız derslerle yetindiyseniz ve kenarda koşede devam eden kişisel bir yazılım projeniz yoksa ya bugün başlayın ya da girişimciliği sonsuza dek unutun.

İ.U: İçeriği hayli dolgun bir sohbet oldu. Zaman ayırdığın için teşekkürler Erbil.

E.K: Ben teşekkür ederim.