Seneler önce ilk PC miz sayesinde tanımıştık onu... 2D olsa da boş zamanlarımızı onunla olmak uğruna harcamıştık, o tek disketlik oyunla.. Telefonumuzdaki oyunu da sıkıldığımız zamanlarda imdâdımıza yetişmişti. Ama Ubisoft olaya ciddi olarak el attığından beri çok değişti, 3D grafiklere sahip oldu, göz kamaştırıcı efektlere büründü. FPS oyunlarının başını alıp gittiği günlerde pazara bomba gibi düşen ilk oyunu, birçok oyun tutkununu ekrana bağladı. Getirdiği yeniliklerle uzun süre konuşuldu. Ve sonunda Ubisoft, 1 sene süren aradan sonra 2 Aralık 2004’de serinin merakla beklenen ikinci oyununu piyasaya sürdü.

Evet, Prince of Persia: Warrior Within’den bahsediyoruz.

Birinci oyun Prince of Persia:Sands of Time’ın sonunda kahramanımız mistik güçlere sahip zamanın kumlarını kullanarak bazı olayları geriye döndürmüştü. Prensin bu davranışı -iyi niyetle yapmış olsa da- başına büyük işler açmış, zamanın koruyucusu Dahaka’yı uyandırmıştı. Bunu ilk oyunun sonunda prensle beraber dehşet içerisinde görmüştük, bu da kaçış ve korkuyla geçecek olan 7 senenin habercisiydi. Aradan geçen 7 kâbus gibi seneden sonra, artık yüzleşme zamanı gelmişti. Kaçmaya son vereceğimiz Warrior Within’de kaderimizle yüzleşiyoruz, daha da ötesi, imkânsızı başarmaya, kaderimizi değiştirmeye çalışıyoruz.

Oyunun kolay, normal ve zor olmak üzere üç farklı seviyesi mevcut. Kolay oyuna başlasanız bile ilk bölümün sonunda karşılaşacağınız hatun, o kısmı size defalaca oynatmak suretiyle oyunun kolay lokma olmadığını kanıtlıyor. Bu yüzden size tavsiyemiz kolay seçeneğinde başlamanız, tabi Prince of Persia:Sands of Time’dan gelen büyük bir tecrübe birikiminiz yoksa. =) Ayrıca daha üst yaş kesimine hitap eden bir oyun olan Warrior Within’de bol bol kan var. Ama “kan görmek istemiyorum, rahatsız oluyorum” derseniz, kan efektlerini kapatabilirsiniz.

Oyuna başlar başlamaz dikkatimizi çeken ilk şey, prensteki değişiklikler. SOT’daki parlak yüzlü, sevimli prensimiz gitmiş, yerine saçı sakalı birbirine karışmış, kaçış ve korkunun ruhunda bıraktığı izlerin kolayca yüzünden okunabildiği bir prens gelmiş. “Gerçek bir prens nasıl olmalıdır, hele de imkânsıza ulaşmaya çalışıyorsa?” sorusunun yanıtını arayan yeni prens karakterinin yaratıcısı Jordan Mechner, WW’de ana karaktere yani prense odaklanmaya çalıştıklarını söylüyor ve ekliyor “Senaryo gereği prensi SOT’da olduğundan çok daha farklı bir havaya sokmak zorundaydık ve bunu, ona daha karanlık bir hava vererek gerçekleştirdik”. Prensin yeni görünüşü gerçekten insanı oyunun havasına sokan önemli bir faktör.

Oyun genel olarak aynı mekânlarda geçiyor. Zaten oyunu bir süre oynadıktan sonra mekânlara âşina olup, “ben buradan daha önce de geçmiştim” diyorsunuz. Senaryoyu akıcı kılan asıl nokta, geçmiş ve günümüz arasında portallar sayesinde gerçekleştirdiğimiz zaman yolculukları. Bu yolculuklar ve olay akışı sebebiyle bazen aklınız ciddi anlamda karışabiliyor, ama en azından mekân konusunda böyle bir sıkıntımız yok=)

Prince of Persia serisinin tüm oyunlarında olduğu gibi bu oyunda da savaşlardan çok akrobatik hareketler ön planda. Yeni bir mekâna girdiğinizde, küçük bir video giriyor ve size nereye ulaşmanız gerektiğini gösteriyor. Prensin duvarda yürümesi, kolondan kolona atlaması, metrelerce yükseklikte korkusuzca akla zarar cambazlıklar yapması oyunun temelini oluşturuyor bir bakıma. Yeri gelmişken belirtelim, SOT’dan farklı olarak prens artık perdelerden tutunarak aşağıya inebiliyor ve iplere tutunarak duvarda yürüme mesafesini artırabiliyor. Ama akrobasinin ön planda olması, savaşların yeterince önemsenmediği anlamına gelmiyor. Mükemmel tasarlanmış 50ye yakın hareketle düşmanlarımızı şekilden şekle sokarak öldürme lüksüne sahibiz. Bu da Warrior Within’le gelen bir yenilik. Ayrıca, kahramanımız iki silah birden kullanabiliyor, hem de gayet ustaca. Öldürdüğümüz düşmanların silahlarını alıp dilediğimiz şekilde kullanabiliyoruz, ta ki aldığı hasarlar sebebiyle kullanılamaz hâle gelene kadar. İkinci silahımız bu duruma gelince onu elimiz çıkarmak zorundayız, ki onu düşmana fırlatma seçeneğimiz de mevcut. Bu sayede silah değiştirirken bile savaştan kopmuyoruz. Yeri gelmişken belirtelim, silah fırlatma taktiği, kalasların üzerinde savaşırken oldukça işe yarıyor. SOT’dan farklı olarak, aynı anda birden çok düşmanımıza hasar verebilme fırsatı da eklenmiş. Bu yenilik sayesinde etrafımız düşmanlarla çevrildiğinde bile zorlanmadan savaşabiliyoruz.

Gelelim birincil silahlarımıza. Oyunda sırayla sahip olduğumuz 5 tane ana silah var. Bu silahlar ve özellikleri;

  • Wooden stick: Sahilde uyandıktan sonra asıl kılıcımıza kavuşana kadar bize eşlik eden bu silâh, etrafımıza üşüşen kargaları pataklamaya yarıyor.
  • Spider sword: Adadaki en yaygın silahlardan olan bu kılıcı, oyuna başladıktan kısa bir süre sonra kazanıyoruz. Herhangi bir özel gücü yok. Ama komboları sizi hayal kırıklığına uğratmayacak.
  • Serpent sword: Oyunun temel görevlerini açmak için anahtar görevi gören bu kılıcı, Kaileena’nın hayatını kurtardıktan sonra kendisinden alıyoruz.
  • Scorpion sword: Çatlak duvarları ve kabaca yapılmış engelleri kırabilen bu kılıç ilerleyen bölümlerde karşımıza çıkacak ve oldukça işe yarayacak.
  • Water sword: Ve oyunun en güçlü silahı. Adada birkaç kişinin dışında kimsenin bilmediği ve efsanelere göre hayal edebileceğimizden çok daha kuvvetli olan bu kılıcı alabilmek için tüm güç gelişimlerini başarıyla tamamlamamız gerekiyor. Bu kılıç, Dahaka’yı yenip mutlu sona ulaşmanın tek yolu, unutmadan.

Prince of Persia’nın çığır açan yeniliklerinden en önemlisi, şüphesiz zamanı geri alma özelliği. SOT’dan hatırlayacağınız bu özellik, WW’de de aktif. Bu özelliği daha ayrıntılı açıklamak gerekirse; duvarlardan yürürken, kolonlardan zıplarken, iplere tutunup sallanırken, tuzaklardan geçerken oyunun yapısı gereği birçok kez doğru zamanı tutturamayıp öleceğiz. Bunu her yaşadığımızda daha önce kaydettiğimiz yerlerden başlamak, oyunu elbette çok sıkıcı hâle getirirdi. Ubisoft çalışanları da bunu düşünmüş olacak ki, zamanı 10 saniye geri alma özelliğini oyuna eklemişler. Yani herhangi bir hata yaptığımızda zamanı 10 saniye geri alıp o hatayı tekrarlamama şansımız var. Ama tabi ki bu özelliği de sınırsız kullanamıyoruz, öldürdüğümüz muhafızlardan çıkan kumlar-sarı tozlar- bize bu hakkı tanıyor. Kaç tane kuma sahip olduğumuzu sol üst köşedeki panelden görebiliyoruz. Ayrıca ilerleyen bölümlerde bu kumları zamanı yavaşlatmak için de kullanabileceğiz. Geçmekte zorlandığımız tuzaklarda, zamanla yarıştığımız kapılarda bu özelliğe sık sık başvuracağız. Tuzak demişken, WW’deki tuzaklar gayet zorlayıcı ve Prince of Persia ruhuna sadık kalınarak hazırlanmış. Zaman zaman tuzakları geçmekte oldukça sıkıntı yaşayabilirsiniz, bizden söylemesi. =)

Oyunun kayıt sistemi de fonksiyonelliğiyle dikkat çekmekte. Oyunda kritik noktalarından sonra konulan çeşmelerden su içerek hem canımızı dolduruyoruz, hem de oyunu kayıt ediyoruz. Fakat ufak kurnazlıkları önleyecek ayrıntıların eklenmesi de ihmal edilmemiş. Meselâ oyunu kaydettiniz, fakat hemen sonra karşınıza çıkan basit düşmanlarda oldukça darbe aldınız. “Nasıl olsa çeşme yakın, tekrar canımı doldurup devam edeyim” şeklinde düşünürseniz, geri döndüğünüzde az önce öldürdüğünüz düşmanların yerlerinde durduğunu göreceksiniz. Oyunu zorlaştıran bu nokta oyunun puanını yükselten bir diğer unsur.

Prince of Persia’nın dünya çapında bu kadar sevilmesinin, bu kadar hayrana sahip olmasının en temel sebebi hârika kurgulanmış bir hikâyesinin olması, ki şu sıralar Sands of Time’ın filminin çekilmekte olması bunun en büyük kanıtı(Walt Disney yetkilileri filmin 2008’de gösterimde olacağını duyurdular.). Warrior Within’de de bu gelenek bozulmuyor. Oyun sırasında giren videolar sayesinde prensimizin düşüncelerini onun ağzından duyup onunla beraber mantık yürütebiliyoruz. Ve sona yaklaştıkça ne kadar iyi kurgulanmış bir senaryoyla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Şöyle ki, oyunun iki farklı sonu var. Oyunda temel görevlerin arasına ustalıkla saklanmış 9 tane güç gelişimi mevcut. Bu ekstra görevleri yaptığımız takdirde, prens daha güçlü oluyor ve ekstra vuruşlar öğreniyor. Ve en önemlisi, bütün güç gelişimlerini yaptığımız takdirde Dahaka’yı mağlup edebilecek tek şey olan water sword’u kazanıyoruz ve oyunun sonunda Dahaka ile dövüşüyoruz. Ama güç gelişimlerinin tamamını yap(a)mazsak, water sword’u alamadığımız gibi, Dahaka’yla da dövüşemiyoruz. Kendine hayran bırakan bir hikayeye sahip olduğunu oyunun sonunda aklımıza kazıyor Warrior Within.

Güç gelişimleri kadar olmasa da, kıyıya köşeye gizlenmiş sandıklar var oyunda. Bu sandıkları açtığınızda, oyun menüsünde yeni bir menü açılıyor ve bu menü sayesinde modellemelere kaynak oluşturan çizimleri(artwork) ve ekstra videoları görebiliyoruz.

Oyunun oynanabilirliğini artıran tek şey senaryosu değil elbette. Karanlık mekanlarda iyice önem kazanan su ve sis efektlerini tavan yaptırıp oynarsanız, oyun görsel bir şölene dönüşüyor. Yine yüksek çözünürlükte karakterler oldukça detaylı gözüküyor. “Bu muhteşem efekt ve grafiklere doyabilecek miyiz?” diye sorarsanız, oynama süresi normalden biraz daha uzun. Bazı güç gelişimlerini farkında olmadan atlayıp, sonra onları bulmak için geri döneceğinizi de hesaba katarsak, uzun süre ekranın başından ayrılmayacaksınız. Peki bu esnada sıkılacak mısınız? Garanti ediyorum, hayır =). Oyun esnasında çalan müzikler sayesinde bir saniye bile oyunun atmosferinden kopmayacaksınız. Hatta, oyunu sadece müzikleri için bile oynayabilirsiniz. Klasik Arap ezgilerini sert bir biçimde yorumlayan Amerikan metal grubu Godsmack, bazen oyunu bırakıp müzik dinlemenize sebep olabilecek bir albüm hazırlamış. Oyun esnasında oyunun temposuna göre giren müzikler yüzünden gaza gelebilirsiniz çoğu zaman=). Anlayacağınız, bulup dinlenesi, albümü bulunup satın alınası müzikleri var Warrior Within’in.

Oyunun beğenmediğimiz yerleri de yok değil. Örneğin kamera açıları, insanı bazen çileden çıkarabiliyor. Oyun esnasında bulunduğunuz yere göre pozisyon alan bir kamera var. Bunun dışında, bulunduğumuz konumu prensin gözünden görebilme şansımız var; fakat bu durumda hareket edemiyoruz. Bir de bulunduğumuz mekanı kuş bakışı olarak görmemizi sağlayan ve bize hareket imkânı veren bir kameramız daha var. Ancak oyunun bazı bölümlerinde bunların tamamı yetersiz kalabiliyor. Ayrıca oyunların genelinde olduğu gibi hatalar var, çok büyük boyutlara ulaşmasa da. Ama kritik bölümlerde oyuna oldukça özen gösterilmiş, yani oyunun kaderini etkileyecek noktalarda bu hatalarla karşılaşmıyorsunuz.

İkinci bir nokta, gamepad’i olmayanlar için. Eğer her komboya(vuruş kombinasyonları) hakim olmak istiyorsanız, klavye ve fare sizi tatmin etmeyebilir. Yazının başında da söylediğimiz gibi, Ubisoft çalışanları üşenmemiş, sıkılmamış, uzun bir süre prensin öldürme şekillerinin estetiği üstünde çalışmış.=) Bunun sonucunda ortaya elliye yakın kombo çıkmış. Kombo listesini açtığınızda bu kadar çok hareketin tuşlara nasıl uyarlandığına şaşırabilirsiniz. Peki bu durum, oyununuzu etkiliyor mu? Hayır etkilemiyor ama illa her hareketi ayrı ayrı bilmek, kullanmak istiyorum derseniz, size bir gamepad almanızı öneririz. Aklınızda zaten böyle bir fikir varsa ve sebep arıyorsanız, Warrior Within’den iyisini bulamazsınız.=)

Son Söz...

Sonuç olarak, Prince of Persia: Warrior Within, oynadıktan sonra asla pişman olmayacağınız bir oyun. Oyunun heyecanına, temposuna, gizemine bir de oynama süresinin uzunluğunu eklersek, uzun süre ekran başından ayrılmadan oynayacağınıza eminiz.

İyi eğlenceler...